2000
20002
ERGİN KALINOĞLU
Köşe Yazarı
ERGİN KALINOĞLU
 

MERHABA

  Çocukluğumun gençliğimin geçtiği, onlarca anıyı sevinci, üzüntüyü mutluluğu mutsuzluğu yaşadığım küçük ama sevimli memleketim. Yıllarca kendi içinde yaşayıp kendi kendine yetmiş, uzun zaman göç almamış bir kent Kırklareli. Halkın neredeyse tamamı Balkan göçmeni, en az dört kuşaktır ayni yerde ayni topraklarda yaşamışlar. Orada herkes birbirini tanır. Sokakta bazen karşılaştıklarında “Sen kimin oğlusun?” diye sorarlar, babanın adını söyleyince tüm sülaleyi sayarlar. Bu yüzden Kırklareli’nde yürürken ister istemez sıkça durursun. Çünkü her beş metrede bir mutlaka tanıdık biriyle karşılaşırsın. Selamlaşmadan yürümek bizde olmaz MERHABA! Kasap Cevat abi çıkar karşına, derken çocukluk arkadaşın Kemal, ilkokuldan öğretmenin, mahallenin eski bakkalı Cemal… Yine MERHABA. Hayat nerede döner derseniz; Cumhuriyet Caddesi, Dingiloğlu Parkı, İstasyon Caddesi. O meşhur İstasyon Caddesi var ya… Gençlerin el ele gezdiği, ağaç gölgelerinin altında neşeyle yürüdüğü yer. Kasaplar Arası mı? Orası biraz daha orta yaşlı akşamcıların mekanı. Genelde iki tek atıp günün muhasebesini yaparlar. Sonunda ‘bizim Başkan çalışmıyooo be yaaa’ deyip geceyi sonlandırırlar. Bir de YAYLA’mız var, tarihi evleriyle nostalji kokan. Yayla Parkı ise ağaçların koyu gölgesi ve rüzgarın esintisiyle başka güzeldi. Çayını alırsın, Tahsin Usta’nın sıcak simidiyle, yaz esintisinde keyif çatarsın. Ya işte böyle eskiden ne güzeldin Kırklareli’m… O eski güzelliğe MERHABA. O günlerde insanlar ne yer ne içerlerdi dersek, eskiden çalışmak isteyen çok iş yoktu, dolayısıyla para da yoktu. Şehrin tek geliri: Devlet memuru maaşı ve çiftçiye verilen destek parası. O kadar. Bunca sıkıntı ve yoksulluğa karşın Kırklareli halkı birbirlerine saygılı onun ötesinde çocukları için ellerinden gelenin fazlasını yaparlardı. Onlar çocuklarını hiçbir zaman tarlada çalışacak ırgat olarak görmezlerdi. Biz çocuklarımızı ülkemizin yarınlarını inşa edecek her alanda geliştirecek yurtseverler olarak görürdük. “Okusun bizim oğlan, kızım öğretmen olsun” diye son kuruşlarını harcamaktan kimse çekinmezdi. Onlarda okudular. Ama sonra? Üniversiteyi bitirip geldiler, baktılar ki iş yok. Ağlaya ağlaya İstanbul, Edirne, Ankara yollarına düştüler. Kırklareli yıllarca böyle pırıl pırıl yetişmiş gencecik çocuklarını göç verdi. Kan kaybetti. Yıllarca GÖÇ VERMİŞ yani KAN KAYBETMİŞ bu şehir. Ticaret ise birkaç büyük market ve adeta can çekişen küçük esnafın arasına sıkışmıştı. Hayat yıllarca böyle devam ederken son yıllarda muazzam bir şeyler oldu. Birdenbire müthiş bir kıpırtı başladı. Önce Organize Sanayi Bölgesi. Millet önce burun kıvırdı: “Hadi oradan, burada sanayi mi olurmuş?” dediler. Ama oldu. Bir, iki, üç derken yüzlerce fabrikalar açıldı. Yüz kişi, bin kişi derken on binlerce işçi çalışır oldu. Sonra bir gün baktık, üniversite kurulmuş. Önce bin öğrenci, sonra beş bin… Şimdi yirmi beş bin. Sokaklar gençlerle doldu. Hocalar, öğrenciler, yabancı plakalı arabalar. Küçük şehir kafeleriyle eğlence mekanlarıyla özgürce gezen düşünen gençleriyle bir anda üniversite kentine döndü. Sonra Dereköy Sınır Kapısı devreye girdi. Yıllarca kimsenin yüzüne bakmadığı yer, şimdi yılda iki milyon turisti şehrimize alıyor. Şaka gibi değil mi? Adeta şişedeki cin çıkmış gibi. Sanki ‘dile benden ne dilersin” diye soruyor. Ama… İşte o koca AMA burada başlıyor. Bu kadar insan geliyor da, Kırklareli bundan faydalanıyor mu? Şimdilik: HAYIR. Şehri yönetenler? Onlar umursamazsa ve hâlâ “yarın bakarız” havasında. Sokak ağzıyla: KILLARINI KIPIRDATMIYORLAR. Ya Kırklareli halkı. Bu kadar potansiyel varken onlarda da müthiş bir vurdumduymazlık, hâlâ sokaklar aynı, hâlâ  kafalar eski. Bir hareket yok. Ama onlar uyurken rantçıları çıkarcılar çoktan dört köşeyi kapmışlar. Muhtemel değer kazanacak tarlalara arsalara çoktan göz diktiler ya da hallettiler. Şehrimin değerlerine sahip olmak için etrafa gülücükler saçarak ilerlemeye devam ediyorlar.   Böylece; Organize Sanayi Bölgesi, üniversite ve Dereköy Sınır Kapısı derken birkaç yıl içinde sanki tüm taşları yerinden oynayacak. Üç dört yıl içinde şehrin nüfusu en az bir o kadar artacak. İşte esas sorun bu! Şimdi düşünün… Bu şehrime göç etmesi muhtemel yüz bine yakın insanlar kimler? Eğitimi, kültürü, gelenekleri adetleri hoşgörüsü bana uyum sağlayacak mı? Yani biz bu insanlarla karşılaştığımızda yine herkes birbirine MERHABA diyebilecek mi? Kadınlarımız gecenin bir vakti özgürce sokaklarda dolaşabilecekler mi? Ben size söyleyeyim: Eğer şimdiden plan yapılmazsa, bu büyüme sağlıklı olmaz. Tıpkı küçük bir çocuğun büyümesi gibi. Eğer çocuğun kasları büyürse çocuk güçlü kuvvetli olur. Kırklareli ya sağlıklı büyür; eğitimli, bilinçli, çağdaş bir kent olur, ya da göbek bağlar, asgari ücretle çalışan, yarı aç yarı tok, eğitimsiz, kültürsüz, üç kuruşa her şeyini satan bir güruh topluluğu haline gelir.. Yani göbek büyüyünce oda büyüme gibi gözükse de arkasından türlü türlü hastalıklar gelir. Hasta olana da ne derler? GEÇMİŞ OLSUN. Oysa ben GEÇİŞ OLSUN demek istemiyorum, dün olduğu gibi bugünde gülümseyerek diyorum ki MERHABA…  
Ekleme Tarihi: 03 Ağustos 2025 -Pazar
ERGİN KALINOĞLU

MERHABA

 

Çocukluğumun gençliğimin geçtiği, onlarca anıyı sevinci, üzüntüyü mutluluğu mutsuzluğu yaşadığım küçük ama sevimli memleketim.

Yıllarca kendi içinde yaşayıp kendi kendine yetmiş, uzun zaman göç almamış bir kent Kırklareli.

Halkın neredeyse tamamı Balkan göçmeni, en az dört kuşaktır ayni yerde ayni topraklarda yaşamışlar.

Orada herkes birbirini tanır.

Sokakta bazen karşılaştıklarında “Sen kimin oğlusun?” diye sorarlar, babanın adını söyleyince tüm sülaleyi sayarlar.

Bu yüzden Kırklareli’nde yürürken ister istemez sıkça durursun.

Çünkü her beş metrede bir mutlaka tanıdık biriyle karşılaşırsın.
Selamlaşmadan yürümek bizde olmaz MERHABA!
Kasap Cevat abi çıkar karşına, derken çocukluk arkadaşın Kemal, ilkokuldan öğretmenin, mahallenin eski bakkalı Cemal…
Yine MERHABA.

Hayat nerede döner derseniz; Cumhuriyet Caddesi, Dingiloğlu Parkı, İstasyon Caddesi.
O meşhur İstasyon Caddesi var ya…
Gençlerin el ele gezdiği, ağaç gölgelerinin altında neşeyle yürüdüğü yer.

Kasaplar Arası mı? Orası biraz daha orta yaşlı akşamcıların mekanı.

Genelde iki tek atıp günün muhasebesini yaparlar.
Sonunda ‘bizim Başkan çalışmıyooo be yaaa’ deyip geceyi sonlandırırlar.

Bir de YAYLA’mız var, tarihi evleriyle nostalji kokan.

Yayla Parkı ise ağaçların koyu gölgesi ve rüzgarın esintisiyle başka güzeldi.

Çayını alırsın, Tahsin Usta’nın sıcak simidiyle, yaz esintisinde keyif çatarsın.
Ya işte böyle eskiden ne güzeldin Kırklareli’m…

O eski güzelliğe MERHABA.

O günlerde insanlar ne yer ne içerlerdi dersek, eskiden çalışmak isteyen çok iş yoktu, dolayısıyla para da yoktu.
Şehrin tek geliri: Devlet memuru maaşı ve çiftçiye verilen destek parası.
O kadar.

Bunca sıkıntı ve yoksulluğa karşın Kırklareli halkı birbirlerine saygılı onun ötesinde çocukları için ellerinden gelenin fazlasını yaparlardı.
Onlar çocuklarını hiçbir zaman tarlada çalışacak ırgat olarak görmezlerdi.

Biz çocuklarımızı ülkemizin yarınlarını inşa edecek her alanda geliştirecek yurtseverler olarak görürdük.

“Okusun bizim oğlan, kızım öğretmen olsun” diye son kuruşlarını harcamaktan kimse çekinmezdi.
Onlarda okudular.
Ama sonra?
Üniversiteyi bitirip geldiler, baktılar ki iş yok.
Ağlaya ağlaya İstanbul, Edirne, Ankara yollarına düştüler.
Kırklareli yıllarca böyle pırıl pırıl yetişmiş gencecik çocuklarını göç verdi. Kan kaybetti.

Yıllarca GÖÇ VERMİŞ yani KAN KAYBETMİŞ bu şehir.

Ticaret ise birkaç büyük market ve adeta can çekişen küçük esnafın arasına sıkışmıştı.

Hayat yıllarca böyle devam ederken son yıllarda muazzam bir şeyler oldu.
Birdenbire müthiş bir kıpırtı başladı.
Önce Organize Sanayi Bölgesi.
Millet önce burun kıvırdı:
“Hadi oradan, burada sanayi mi olurmuş?” dediler. Ama oldu.
Bir, iki, üç derken yüzlerce fabrikalar açıldı.

Yüz kişi, bin kişi derken on binlerce işçi çalışır oldu.

Sonra bir gün baktık, üniversite kurulmuş.
Önce bin öğrenci, sonra beş bin… Şimdi yirmi beş bin.
Sokaklar gençlerle doldu.
Hocalar, öğrenciler, yabancı plakalı arabalar.
Küçük şehir kafeleriyle eğlence mekanlarıyla özgürce gezen düşünen gençleriyle bir anda üniversite kentine döndü.

Sonra Dereköy Sınır Kapısı devreye girdi.
Yıllarca kimsenin yüzüne bakmadığı yer, şimdi yılda iki milyon turisti şehrimize alıyor.
Şaka gibi değil mi?
Adeta şişedeki cin çıkmış gibi. Sanki ‘dile benden ne dilersin” diye soruyor.

Ama…
İşte o koca AMA burada başlıyor.
Bu kadar insan geliyor da, Kırklareli bundan faydalanıyor mu?
Şimdilik: HAYIR.
Şehri yönetenler? Onlar umursamazsa ve hâlâ “yarın bakarız” havasında.
Sokak ağzıyla: KILLARINI KIPIRDATMIYORLAR.

Ya Kırklareli halkı.

Bu kadar potansiyel varken onlarda da müthiş bir vurdumduymazlık, hâlâ sokaklar aynı, hâlâ  kafalar eski.
Bir hareket yok.
Ama onlar uyurken rantçıları çıkarcılar çoktan dört köşeyi kapmışlar.

Muhtemel değer kazanacak tarlalara arsalara çoktan göz diktiler ya da hallettiler.

Şehrimin değerlerine sahip olmak için etrafa gülücükler saçarak ilerlemeye devam ediyorlar.

 

Böylece; Organize Sanayi Bölgesi, üniversite ve Dereköy Sınır Kapısı derken birkaç yıl içinde sanki tüm taşları yerinden oynayacak.

Üç dört yıl içinde şehrin nüfusu en az bir o kadar artacak.

İşte esas sorun bu! Şimdi düşünün…

Bu şehrime göç etmesi muhtemel yüz bine yakın insanlar kimler? Eğitimi, kültürü, gelenekleri adetleri hoşgörüsü bana uyum sağlayacak mı?

Yani biz bu insanlarla karşılaştığımızda yine herkes birbirine MERHABA diyebilecek mi?
Kadınlarımız gecenin bir vakti özgürce sokaklarda dolaşabilecekler mi?

Ben size söyleyeyim:
Eğer şimdiden plan yapılmazsa, bu büyüme sağlıklı olmaz.

Tıpkı küçük bir çocuğun büyümesi gibi.

Eğer çocuğun kasları büyürse çocuk güçlü kuvvetli olur.

Kırklareli ya sağlıklı büyür; eğitimli, bilinçli, çağdaş bir kent olur, ya da göbek bağlar, asgari ücretle çalışan, yarı aç yarı tok, eğitimsiz, kültürsüz, üç kuruşa her şeyini satan bir güruh topluluğu haline gelir..
Yani göbek büyüyünce oda büyüme gibi gözükse de arkasından türlü türlü hastalıklar gelir.

Hasta olana da ne derler?
GEÇMİŞ OLSUN.

Oysa ben GEÇİŞ OLSUN demek istemiyorum, dün olduğu gibi bugünde gülümseyerek diyorum ki MERHABA…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve trakyaolay.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Metin
(05.08.2025 03:19 - #154)
Süper
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve trakyaolay.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
dini chat plastik çember mekan bizim almanya chat sohbet cinsel sohbet sohbet mobil sohbet